Batı’nın demokratikleştirme ve medenileştirme(!) savaşının baş aktörlerinden birisidir Fransa. Bu ay, Fransa’nın Cezayir’i işgalinin 70. senesine girdik. Bugünün Cezayirlileri Fransa’dan en azından bir özür bekliyorlar. Minnetle andıkları, üç asrı aşan huzurlu ve âdil Osmanlı idaresini ise bağımsızlık dönemi olarak adlandırıyorlar…yedikita.comtr. den alınmıştır
****************************** ****


Cezayir 1830'dan 1962'ye kadar yani toplam 132 yil süreyle Fransa'nin isgalinde kaldi. Bu süre içinde Cezayir halki da kesintili olarak bagimsizlik savaslari verdi. En siddetli savas ise 1954-1962 arasinda gerçeklestirilen büyük bagimsizlik savasidir. Bu süre içinde Fransiz isgalciler 1,5 (bir buçuk) milyon Cezayirliyi hunharca sehit etmislerdir. Fakat Fransa'nin Afrika'da gerçeklestirdigi tek katliam Cezayir katliami degildir. Fransa hemen hemen girdigi tüm Afrika ülkelerinde benzer katliamlar gerçeklestirmistir. Öldürülenlerin sayisi belki farklidir ama hepsinde de ayni vahset ruhunun etkin oldugunu görüyoruz. Üstelik bu katliamlar Ortaçag'in karanlik zihniyetiyle degil 20. yüzyilin yani modern çagin modernist felsefesiyle, insan haklari, uluslararasi hukuk gibi kavramlarin bütün dünya kamuoyunun literatürüne girdigi bir dönemde gerçeklestirilmistir. Biz de bu arastirmamizda basta Cezayir katliami olmak üzere, Fransa'nin muhtelif Afrika ülkelerinde gerçeklestirdigi katliamlar hakkinda birtakim özet bilgiler verecegiz.


Fransa'nin Cezayir Isgali

Fransa'nin Cezayir'e yönelik isgal amaçli saldirilari 1827'de baslamistir. Fakat saldirilarin baslamasiyla ilgili gelismeler oldukça ilgi çekici ve düsündürücüdür. O tarihte Cezayir, Osmanli Devleti'ne bagli bir eyalet durumundaydi ve basinda da aslen Izmirli olan Dayi Hüseyin Pasa bulunuyordu. Fakat Osmanli Devleti'nde bas gösteren zayiflama Cezayir'i de Fransa karsisinda zayif duruma düsürmeye baslamisti. O siralarda Fransa hükümeti, Bacri ve Busnak adli Cezayirli iki yahudiden 5 milyon Frank ve bir miktar hububat borç almisti. Fransa krallik idaresine geçince yeni yönetim bu borçlari tanimakla birlikte ödemeyi durdurdu. Bunun üzerine söz konusu iki yahudi alacaklarinin tahsili için Dayi Hüseyin Pasa'yi devreye soktular. Hüseyin Pasa da tebaasindan olan bu iki kisinin alacaklarini tahsil için harekete geçti ve bazi Fransiz gemilerine el koydu. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçlarin tartisildigi sirada Dayi Hüseyin Pasa, Fransiz konsolosu Pierre Deval'in yüzüne elindeki yelpazeyle vurdu. Fransa da bu olayi savas ilani kabul ederek 16 Haziran 1827'de askeri harekati baslatti. Aslinda Fransa böyle bir harekat için söz konusu olaydan önce hazirligini yapmisti. Bu ilk harekattan sonra Cezayir'in sahillerini abluka altina aldi.
O siralarda Yunanistan isgaliyle ugrasan Istanbul yönetimi (Babiali) ise olaylara müdahale etme imkanindan yoksundu. Bu yüzden diplomatik yollardan meselenin çözümü için ugras veriyordu. Ama Fransa avantajli durumunu degerlendirerek isgal planini gerçeklestirmek istiyordu. Fransa, Ingiltere ve Rusya'yla da isbirligi yaparak 20 Ekim 1827'de Navarin'deki Osmanli donanmasini yakti. Bu olaydan kisa bir süre sonra 1828-29 Osmanli-Rus Savasi basladigindan Cezayir, Fransa karsisinda iyice yalniz kaldi. Bu duruma ragmen yine de Fransa, Cezayir'i kisa sürede isgal edemedi. 14 Haziran 1830'da General Bourmont komutasinda yeni bir donanma ve 37.000 kisilik takviye birlik gönderdi. Bu takviye güçlerle 5 Temmuz 1830'da baskent Cezayir'i isgal edebildi. Fakat o sirada meshur Emir Abdülkadir komutasinda bir gerilla savasi baslatildigindan Fransa, Cezayir'in tümünü ele geçiremedi. Emir Abdülkadir'in isgal kuvvetlerine karsi direnisi 1947'ye kadar sürdü ve Fransa'nin ülkenin tümü üzerinde hakimiyet saglamasi da ancak bu direnisin sona ermesinden sonra gerçeklesti.
Fransa Sultasindaki Cezayir
Fransa, 22 Temmuz 1834'te Fransiz Kuzey Afrika Genel Valiligi'ni kurdu. Bu genel valiligin isi daha çok ülkedeki sömürge yönetimini güçlendirme amaciyla ülkenin batisinda Emir Abdülkadir liderliginde, dogusunda da Ahmed Bey'in liderliginde bagimsizlik savasi veren gerilla güçleriyle ugrasmak oldu. 1847'ye kadar süren bu savasta isgal güçleri epey kayip verdiler.
Fransiz isgal güçleri Cezayir halkinin direnisini kirmak ve bagimsizlik yanlisi direnise destek vermesini engellemek amaciyla askeri, siyasi, dini, kültürel ve ekonomik her baski yolunu denediler. Kültürel yönden halkin Müslüman ve Arap kimligini yok etmek amaciyla baski yapti, Arapça ve Berberice yerine Fransizca'yi hakim kilmak için ugrastilar. Dini yönden Müslümanligin yerine hiristiyanligi hakim kilmak için yogun bir misyonerlik faaliyeti baslatti ve bu amaçla baski uygulamalarina basladilar. Isgale karsi direnen kabilelerin arazilerine el koymak suretiyle ekonomik baski metotlarina basvurdular. Halka hizmet veren vakiflara ait gayri menkullere el koymaya basladilar. Ülkenin en güzel bölgelerinde sömürge yerlesim birimleri olusturdu ve buralara Avrupalilari getirtip yerlestirdiler. Avrupa'dan göçü tesvik amaciyla da yerli kabilelerden zorla gasp edilen araziler göçmenlere bedava dagitildi. 1841-1850 yillari arasinda yerli ahaliden gasp edilen 115 bin hektar arazi Avrupali göçmenlere bedava dagitilmistir. 1930'da ise bu sekilde Avrupali göçmenlere dagitilan arazinin miktari 2 milyon 345 bin hektari (23 milyon 450 bin dönümü) bulmustur. Bu tesvikler yüzünden de Avrupa'dan göçte göze batar bir artis gerçeklesmistir.
Despotik Bir Yönetim
Fransa, Cezayir'i isgal ettikten sonra ülkenin yerli halkini yönetmek amaciyla "Arap Bürolari" adi verilen askeri merkezler olusturdu. Bu merkezler zulüm ve baski anlayisina göre tesekkül etmisti. Bu yönetim biçimi 1870 yilina kadar devam etti. Tamamen isgal güçlerinin kontrolünde olan bu merkezler bir bakima ülkede sikiyönetimi hakim kilan askeri merkezler durumundaydi.
1870'te sivil yönetime geçildi ve Cezayir, Fransa Içisleri Bakanligi'na baglandi. Bu gelismeden sonra 1871'de Muhammed el-Mukrani'nin etrafinda toplanan 200 kadar kabile ülkenin tamamina yayilan bir ayaklanma baslatti. 1881'de Sidi Seyh liderliginde ikinci bir ayaklanma gerçeklestirildi. Fransa sömürge yönetimi her iki isgali bastirmak için de ülkenin her tarafini kan gölüne çevirdi ve binlerce insani vahsice katlettiler. Ikinci ayaklanma 1884'te bastirilabilmistir ve bu üç yillik süre içinde çok sayida insan katledilmistir. Bu isyan bahane edilerek ülkedeki tüm yargi mekanizmasi askiya alinmis ve "Yerli Kanunu" adi verilen zulüm kanunlari uygulamaya geçirilmistir. Bu kanunlarin uygulamasi 1919'a kadar sürdürüldü. Bu kanunlar Fransizlara özel bir ayricalik tanirken Cezayirlileri bütün insan haklarindan mahrum ediyordu. Yani bu kanunlara dayali olarak Amerika'dakine benzer sekilde bir tür irk ayrimi politikasi uygulaniyordu. Bu politika Cezayirlileri ayni zamanda ekonomik yönden de zor duruma sokuyordu. Onlardan agir vergiler alarak isgal yönetiminin tüm giderlerini onlardan alinan vergilerle karsiliyordu. Bu uygulama çok sayida Cezayirliyi ülkelerini terk etmeye zorlamistir.
Vahsete Karsi Baskaldiri
Fransa'nin uyguladigi baski politikasi Avrupa'dan getirtilen göçmenlerle isgal yönetimiyle isbirligi içindeki küçük bir azinlik disinda bütün Cezayir halkini ikinci sinif vatandas durumuna sokmustur. Bu muamele yüzünden ülkenin asil sahibi durumundaki kalabalik kitleler fakirlestirilmis, oldukça büyük sikintilarla karsi karsiya birakilmistir. Iste bu vahset uygulamalari ülke halkinin sürekli tepkilerine, protestolarina sebep oluyordu. Ancak Fransa'nin ülkeye hakim kildigi despotik yönetim bütün tepkileri insanlik disi metotlarla susturuyordu. Ayrica uygulanan özel metotlarla ülkedeki kabile düzenlerinin bozulmasina ve böylece halkin birlikte hareket etmesinin engellenmesine çalisiliyordu. Bütün bu olumsuzluklara ragmen yine Cezayir halki isgale boyun egmek istemedigini çesitli sekillerde belli ediyordu.
Cezayirliler isgale karsi tepkilerini ortaya koymak için zaman zaman muhtelif sivil teskilatlar kurdular. Fakat bu teskilatlar genellikle kisa ömürlü oldu. Çünkü Cezayir bu teskilatlarin isgale karsi tehdit olusturabilecekleri kanaatine varinca hemen kapatiyordu. Fakat bunlarin içinde Abdülhamid bin Badis'in önderliginde 1931'de kurulan Müslüman Alimler Cemiyeti (Cemiyetu'l-Ulemai'l-Muslimin)'nin büyük bir etkisi oldu. Bu hareket ülkede bir milli kültür hareketi ve Cezayir halkini Avrupalilarla esit haklara sahip hale getirmek için mücadele baslatti. Fakat ne yazik ki Bin Badis'in 1940'ta vefat etmesi üzerine bu hareket de dagildi. Bununla birlikte II. Dünya Savasi esnasinda ve sonrasinda ortaya çikan hava Cezayir halkindaki bagimsizlik ruhunun daha da canlanmasina sebep oldu. II. Dünya Savasi'nin bitmesinden sonra 5 Agustos 1945'te Cezayir'de gerçeklestirilen törenlere katilanlarin Cezayir bayragi tasimalari ülkedeki isgal kuvvetlerini kizdirdi. Bu olay üzerine isgal kuvvetleri bir silahli saldiri gerçeklestirdiler ve Cezayir kaynaklarina göre en az 45 bin kisi hayatini kaybetti. Olaydan sonra bagimsizlik yanlisi liderlerden Mesali el-Hac basta olmak üzere pek çok kisi de tutuklandi. Siyasi teskilatlarin da tümü kapatildi. Iste bu gelismeler Cezayir halkindaki tepkinin daha da artmasina sebep oldu. Bu tepki ülkede gizli bir bagimsizlik yanlisi örgütlenmenin olusmasina da yol açti. Yani henüz fiili direnise geçmeyen bir milli hareket ortaya çikti. Bu durumu gören Fransa 1947'de bazi iyilestirmeler yaptiysa da bu çok fazla bir degisiklik getirmedi.
Bagimsizlik Savasinin Hazirliklari
1948-52 yillari arasi Cezayir'de isgale karsi ayaklanmaya hazirlik yillari oldu. Bu amaçla Mesali el-Hac'in önderliginde kurulmus olan Özgürlük ve Demokrasi Için Zafer Hareketi (Hareketu'l-Intisar li'l-Hurriye ve'd-Dimukratiyye) adli örgüt bünyesinde faaliyetler yürütüldü. Bu örgüte bagli olarak Özel Teskilat (el-Munazzamatu'l-Hassa) adi verilen gizli bir olusum bünyesinde de faaliyet yürütülüyordu. 1954'te bu teskilat lagvedilerek yerine Birlik ve Çalisma Için Devrimci Komite Teskilati olusturuldu. Bu teskilat ülkeyi alti askeri eyalete bölerek her birine oradaki ayaklanmayi idare edecek bir kumandan tayin etti.
Ve Ayaklanma
Gereken hazirliklar yapildiktan sonra 1 Kasim 1954'te bir bildiriyle halk silahli ayaklanmaya çagrildi ve isgale karsi silahli mücadele baslatildi. Önce Avles ve Kabiliye'de baslatilan silahli mücadele çok kisa sürede bütün ülkeyi kusatti. Ayaklanmanin merkezilestirilmesi amaciyla Ulusal Kurtulus Ordusu adinda bir teskilat olusturuldu. Birlik ve Eylem Için Devrimci Komite Teskilati (CRUA) da bu silahli teskilatin siyasi olusumu haline geldi. Bunun yani sira ayaklanmanin siyasi ve askeri boyutunu organize etme amaciyla Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) ve Ulusal Kurtulus Ordusu (ALN) kuruldu. Birlik ve Eylem Için Devrimci Komite Teskilati (CRUA) da Ulusal Kurtulus Cephesi'ne iltihak etti.
Ayaklanmanin baslamasiyla birlikte özellikle kirsal bölgelerdeki Cezayirliler kitleler halinde gerilla birliklerine katildi. Ulusal Kurtulus Cephesi kendisi için sömürge sisteminin kaldirilmasi, bagimsiz Cezayir'in kurulmasi, inançlara ve insan haklarina saygi ve genis bir toprak reformu gibi hedefler belirlemisti. Kisa zamanda halkin destegini almakta gecikmedi. Fakat Ulusal Kurtulus Cephesi homojen bir yapiya sahip olmadigindan farkli görüslerden insanlar bu cephenin içinde temsil ediliyordu.
Fransa bu ayaklanmayi bastirabilmek için tam anlamiyla bir vahset sergiledi. 28 Agustos 1955 tarihinde olaganüstü hal ilan edildi. Artik Cezayir'in her tarafinda oluk oluk kan akiyordu. Çünkü Fransiz isgal kuvvetleri haksiz bir sekilde isgal etmis olduklari Cezayir topraklari üzerindeki hakimiyetlerini sürdürebilmek için her yola basvuruyor, halkin direnisini kirmak için ellerinden gelen her seyi yapiyorlardi.
Fransizlar, Cezayirli gerillalara karsi hava saldirilarina agirlik veriyordu. Bu yüzden Fransiz saldiri güçleri daha çok "Fransiz Parasütçüleri" olarak ün salmislardi. Bu parasütçülerin çogu eski Fransiz sömürgesi Vietnam'dan getirilmis tecrübeli saldiri timleriydi. Vietnam'da aldiklari yenilginin ezikligini Cezayirli gerilla güçleri karsisinda telafi etmeye çalisiyor ve ayni zamanda oradaki yenilginin acisini da çikarmaya çalisiyorlardi. Bu yüzden saldirilarinda tam bir vahset sergiliyorlardi. Saldirilarinda sadece gerilla güçlerini degil sivilleri de hedef aliyorlardi. Hatta caydirici olmasi için daha çok insan kaybina sebep olmak amaciyla kalabalik yerlesim merkezlerini birinci hedef olarak seçiyorlardi. Bunun yani sira Cezayirlileri direnisten vazgeçirmek amaciyla yakaladiklari kisileri uçaklardan asagiya atiyorlardi. Bununla digerlerine: "Eger ayaklanmaya son vermezseniz sizin de basiniza gelecek olan budur!" mesajini vermeye çalisiyorlardi.
Fransiz isgal güçleri tabii ki sadece hava saldirilariyla yetinmediler. Donanma ve kara kuvvetleri de tüm Cezayir topraklarini saran bu ayaklanmaya karsi harekete geçirildi. Fransiz isgal güçleri bir yandan bu vahsi saldirilari sürdürürken bir yandan da Cezayir'e askeri ve ekonomik yardim gelmesini önlemek amaciyla Bati Akdeniz bölgesinde Ortaçag dönemlerinde yaygin olan deniz korsanligina benzer bir faaliyet baslatti.
Cezayir Bagimsizligina Karsi Fransa-Israil Isbirligi
Israil, 1954 yilindaki ayaklanmadan önce de Cezayir'deki gelismeleri çok yakindan izliyordu. Özellikle MOSSAD, Cezayir'de gelisen bagimsizlik hareketini yakin takibe almisti. Ayaklanma ile birlikte de Israil, Fransiz sömürge yönetimine aktif destek vermeye basladi. Israilli askeri uzmanlar, gerilla savasi konusunda tecrübesiz olan Fransiz birliklerine özellikle de gerilla savasinda helikopter kullanimi konusunda egitim verdiler. S. Steven'in yazdigi The Sypmasters of Israel adli kitabinda bildirdigine göre, Fransiz birliklerini egitmek için iki Israilli general Cezayir'e gitmisti. Bu iki general de oldukça tanidik isimlerdi: Izak Rabin ve Haim Herzog, yani Israil'in eski basbakani ve eski cumhurbaskani.
Crosbie, The Tacit Alliance adli kitabinda Cezayir ayaklanmasi boyunca Fransa ve Israil'in tam bir "ittifak" kurduklarina dikkat çekmistir.
Ayaklanmanin son dönemlerinde de Israil'in Fransizlara verdigi büyük destek sürdü. Israil, Fransizlarin kurmaya çalistigi "kontrgerilla" örgütü OAS'ye de büyük yardimlarda bulunmustu. Hallahmi: "1961 ve 1962'de Israil'in, Cezayir'de Fransiz kontrolü saglamaya çalisan Fransiz yerlilerinin asiri sagci örgütü olan Fransiz OAS (Organisation de l'Armée Secrét: Gizli Ordu Örgütü) hareketini destekledigine dair birçok rapor vardir" diyor. Cezayir tam bagimsizligini kazanip, Birlesmis Milletler'e katildiginda da sadece Israil, Cezayir'in kabulü aleyhinde oy kullanmisti.
Insanlar Kitleler Halinde Öldürüldü
Cezayir'de 1 Kasim 1954'te baslayan ayaklanma 19 Mart 1962'de ilan edilen ateskese kadar devam etti. Yani yaklasik yedi buçuk yil. Gün olarak ise toplam 2694 gün. Bu süre içinde bir buçuk milyon Cezayirli sehit edildi. Yani savas süresince günde ortalama 557 Cezayirli hunharca katledildi. Bu rakam Cezayir'deki Fransiz katliaminin ne kadar vahsice, ne kadar hunharca oldugunu apaçik bir sekilde gözler önüne sermektedir. Ölü sayisinin bu kadar fazla olmasinin sebebi yukarida da ifade ettigimiz üzere saldirilarda özellikle kalabalik kitlelerin hedef seçilmesiydi.
Tarihi bilgilere göre Cezayir'in bagimsizlik mücadelesi verdigi dönemde nüfusu 8-10 milyon civarindaydi. Buna göre Fransiz isgal kuvvetleri ülkedeki nüfusun % 15'ini öldürmüslerdi. Yani her 6,6 kisiden 1 kisi 7,5 yil süren bir bagimsizlik savasi esnasinda öldürülmüstü. Bu ise her aileden en az bir kisinin hayatini kaybetmesi anlamina geliyordu. Bu ise apaçik bir soykirim niteligi tasiyordu.
Fransiz vahsetinden ülkeye yerlestirilen bazi Fransizlar da nasiplerini almislardi. Baskent Cezayir'in Babu'l-Oueyd semtine yerlestirilen Fransiz kökenliler isgal yönetiminin tutumuna itiraz ettiklerinden ve Cezayir'deki halka Fransa'daki halka taninan haklarin aynisinin taninmasini istediklerinden dolayi isgal kuvvetlerinin hismina ugradilar. Ünlü general Charles de Gaulle'ün emriyle Babu'l-Oueyd'e giren Fransiz isgal kuvvetleri burada ikamet eden birçok Fransizi öldürdüler.


Her Seye Ragmen Istiklal

Fransiz isgal kuvvetlerinin sergiledigi onca vahsete ragmen Cezayir halki istiklalini elde etmekte kararliydi. Çünkü ölümden kaçarak isgalin gölgesinde yasamayi kabul etmesi durumunda maruz kaldigi baski, siddet ve zilletin artacagini biliyordu. Bu yüzden kararlilikla direnisini sürdürdü.
Ulusal Kurtulus Cephesi, 19 Eylül 1958'de Misir'in baskenti Kahire'de Ferhad Abbas'in baskanliginda Geçici Cezayir Hükümeti'ni kurdu. Bu hükümet önce Kahire'de sonra Tunus'ta faaliyetlerini yürüttü. Cezayir halkinin bu kararli mücadelesi dünyada genis yanki buldu. Bu yüzden Arap ülkelerinin tamami ve bazi Asya ve Afrika ülkeleri Geçici Cezayir Hükümeti'ni tanidi. Ancak Bati'da bu hükümeti taniyan herhangi bir ülke çikmadi. Fakat bu duruma ragmen Fransa, Cezayir halkinin kararli mücadelesi karsisinda çok uzun süre dayanamayacagini anlamaya baslamisti. Bu yüzden General De Gaulle, Cezayirlilere bazi haklar tanidi. Ama bu, Cezayir'in tam bagimsiz olmasi için savasan Ulusal Kurtulus Ordusu'nu tatmin etmedi. De Gaulle, 16 Eylül 1959'da Birlesmis Milletler'de yaptigi konusmada Cezayir halkina kendi gelecegini belirleme hakki taninacagini açikladi. Bu arada Afrika'daki diger Fransiz sömürgeleri de birer birer bagimsizliklarini elde ediyorlardi. Dolayisiyla Fransa, Cezayir'i daha uzun süre elde tutamayacagini anladi. Dünya kamuoyunda da Fransa'ya karsi ve Cezayir halkinin lehine bir hava olusmustu. Sonuçta Fransa, 14 Haziran 1960 tarihinde Cezayir bagimsizlik savasinin liderleriyle görüsme masasina oturmaya hazir oldugunu açiklama ihtiyaci duydu. Bu açiklamanin üzerinden 10 gün geçtikten sonra 25 Haziran 1960 tarihinde Fransa'nin Melun sehrinde görüsmeler baslatildi. Bu görüsmelerden bir sonuç çikmayinca Cezayir'de yeniden toplu direnis eylemleri gerçeklestirildi. Bunun üzerine Fransa yaklasik bir yil sonra 20 Mayis 1961 tarihinde görüsmeleri tekrar baslatti. Yürütülen görüsmeler 18 Mart 1962'de Evianles-Bains Anlasmasi'yla sonuca baglandi ve Cezayir Ulusal Kurtulus Cephesi (FLN) 19 Mart 1962'de ateskes ilan etti. Söz konusu anlasmaya göre yapilacak bir referandumda halkin onaylamasi sartiyla Fransa, Cezayir'in bagimsizligini taniyacak ve Messu'l-Kebir'deki deniz üssü haricinde tüm askeri güçlerini üç yil içinde geri çekecekti. 1 Temmuz 1962'de gerçeklestirilen referandumda halkin % 91'i bagimsizlik lehinde oy kullandi ve böylece Cezayir, resmen bagimsiz bir devlet kimligi kazanmis oldu. Bagimsizlik aleyhine oy kullananlar ise Fransa'dan getirtilip bu ülkeye yerlestirilenlerle, onlarla is birligi içindeki küçük bir azinlikti.


Türkiye'nin Yanlis Politikasi

Cezayir'de bagimsizlik savasinin sürdügü siralarda Türkiye hükümeti her ne kadar bu ülkedeki Müslüman halka kismen gizli yollardan yardim yaptiysa da siyasi platformda genellikle Fransa'nin yaninda yer almayi tercih etti. Bu yüzden Kahire'de kurulusunu ilan eden Geçici Cezayir Hükümeti'ni resmen tanimadi. BM nezdinde meseleyle ilgili birtakim oylamalarda Fransa'nin yaninda yer almayi tercih etti. Bunda Türkiye'nin NATO üyesi bir ülke olmasi ve Fransa'yla iliskilerin zarar görmemesi amaci gerekçe olarak kullanildi. Ancak bugün yasadigimiz gerçekler, haklinin ve mazlumun yaninda yer almanin uzun vadede daha büyük yararlar sagladigi gerçegini teyit etmektedir. Türkiye'nin dün Cezayir karsisinda Fransa'nin yaninda yer almasina ragmen Fransa'nin bugün tarihi gerçekleri arastirma ve Türkiye'nin bu konudaki gerekçelerini inceleme geregi bile duymadan Ermeni soykirimiyla ilgili iddialari kanun korumasi altina aldigini görüyoruz.
Bu olay dolayli olarak bize Filistin gerçegini de hatirlatmaktadir. Dün Fransa'nin Cezayir topraklarini isgal ettigi gibi bugün de siyonist isgalciler Filistinlilerin vatanlarini zorla gasp ederek kendilerini ya vatanlarini tümüyle terk etmeye ya da kendi öz vatanlarinda magdur ve asagilanmis bir halde yasamaya zorlamaktadirlar. Türkiye'deki yönetim ise bu olayda da mazlumun yaninda yer almak yerine birtakim çikar hesaplarini gerekçe göstererek isgal güçlerinin yaninda yer almayi tercih etmektedir. Oysa kendi geçmisinde de büyük bir Kurtulus Savasi bulunan Türkiye'ye isgalcinin ve gaspçinin degil haklinin ve mazlumun yaninda yer almak yakisir. Ayrica Fransa-Cezayir tecrübesinden de ibret alinmasi, bagimsizlik davasinda israrli olan Filistin halkiyla kurulacak iliskiler konusunda uzun vadeli hesaplar yapilmasi gerekir. Bunun yani sira isgalci siyonist devletinin tiynetinin Fransa'nin tiynetinden hiç de farkli olmadigi hatta daha da fena oldugu hesaba katilmali. Hatta bugün Amerika'da ve çesitli Avrupa ülkelerinde "Ermeni soykirimi iddialari" kullanilarak Türkiye aleyhine yürütülen siyasi faaliyetlerde bu ülkelerdeki siyonist lobilerin de önemli rol oynadiklari dikkatlerden kaçirilmamali. Ingiltere'deki son holokost toplantisinin gündemine Ermeni soykirimiyla ilgili iddialarin da alinmasi bu gerçegi kismen gün yüzüne çikarmistir. Bu itibarla Türkiye'nin dis politikasinda kisa vadeli çikar hesaplari yerine kalici ve uzun vadeli hesaplar yapmasi gerekir.