Sorulmayan Soru:

Benim gibi bir çok kişinin de aklını kurcalayan bir soru olduğunu düşünüyorum; Ermeniler konusu neden birden bire ortaya çıktı? Yüzyıllarca, dost olmasalar bile karşılıklı anlayış içinde bir arada yaşayan Ermenilerle Türkler, birden bire 19. yüzyılın ikinci yarısında nasıl düşman oldular? Ermeni soykırımı iddialarının sahipleri gerçekten de Osmanlı yönetiminin 1915 yılında bir sabah yataktan kalkıp ne kadar Ermeni varsa ortadan kaldırmaya mı karar verdiğini düşünüyorlar? Sakın bunca yıl sonra Ermenilerin yerlerinden edilmeleri kendi yaptıkları bir şeyden kaynaklanıyor olmasın!

Olayların kaynağına bir göz atalım birlikte:

Ermeniler konusu ilk kez Ayastefanos'ta (Bugünkü adıyla İstanbul’daki Yeşilköy)1878 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya Devleti arasında imzalanan sulh antlaşması ile uluslararası yazışmalara konu olmuştur. O zamana kadar gündemde olan ıslahat talepleri özel olarak belirli bir topluluğu değil, Hıristiyan tebeayı kapsamaktaydı.

Osmanlı Devleti 1877-78 Osmanli-Rus savaşında yenilip Rus ordusu Ayastefanos'a geldiği zaman Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan Rusya Başkumandanı Grandük Nikola'ya başvurarak Ayastefanos'ta imzalanan sulh antlaşmasına Ermeni milleti lehine bazı maddeler konulmasını sağladı. Ayastefanos'ta 3 Mart 1878 tarihinde imzalanmış olan sulh antlaşmasının 16. maddesi ile Osmanlı Devleti Ermenilerin yerleşik olarak bulundukları eyâletlerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli ıslahat ve düzenlemeleri yapmayı taahhüt ediyordu.

Rusların Ayastefanos'ta elde ettiği kazanımları çıkarlarına aykırı bulan Alman Şansölyesi Otto von Bismarck’ın önderlik ettiği Berlin Kongresi'nin toplanışı sırasında yine bu patrik, kendisinden önceki patrik Kırımyan’ın başkanlığında Berlin'e bir heyet göndererek Ayastefanos Antlaşması'na konulan maddelerin Berlin Antlaşması'na da alınmasını temin etmiştir Osmanlı Devleti, Ingiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Italya ve Rusya'nın da katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. 1878 Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi, ahalisi Ermeni olan eyâletlerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli olan ıslahatı yapma ve Çerkeslerle Doğu Anadolu halkına karşı Ermenilerin huzur ve emniyetini sağlama görevini Osmanlı Devleti’ne yüklemiştir. Bâbıâlî'nin alınan tedbirler hakkında yeri geldikçe bilgi vereceği ve devletlerin bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edecekleri şeklindeki husus da bu maddenin gereklerindendir.

Berlin Antlaşmasının 61. maddesi, 1897 yılına kadar Rusya, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin Osmanlı Devletinin çeşitli eyaletlerine heyetler, komiserler göndermelerine, sert notalar gönderip tehditlerle çeşitli avantajlar sağlamalarına yaradı. Ayrıca Osmanlı Devleti ile ilgili bilgi toplamalarını, kararlarını etkilemelerini de sağladı.

Bu müdahalelerin neden bu dönemde başladığına ilişkin olarak, söz konusu dönemde Bitlis ve Van vilayetlerinde 5 yıl kadar Rus Dışişleri görevlisi olarak bulunan Rus General Mayevsky, aşağıdaki değerlendirmeyi yapıyor:

"1870 yılı sonuna kadar Avrupa Türkiye’yi korumak için bir çaba sarfetmemişti. Çünkü Türkiye Rusya’ya karşı bir engel oluşturmaktaydı. Balkan işlerinde Rus siyaseti hissedilmeye başladığından beri burada Rus varlığını hoş görmeyen Avrupa çeşitli Hıristiyan hükümetleri kurmuştu.
1877-78 seferi Rusları zayıf düşürmek için tertiplenmiş olan bir Avrupa oyunuydu. Fakat sonuçta Türkiye zayıf düştü. Rusya’nın bir eli demek olan Bulgar Prensliği'nin ortaya çıkmasına Avrupa göz yumdu. Fakat Avrupa’nın genel dengesi için Türkiye’nin kuvvetli kalması gerektiğinden sonuçta sınır Avrupa’nın istediği şekilde çizildi. Esasen Bulgarlar Avrupa’da siyasî varlıklarını gösterecek çağda değildiler. Bir de baktılar ki Bulgaristan Avrupa’nın umduğu gibi çıkmadı, aksine Rusya’nın öncüsü gibi göründü. 1890 yılında Avrupa’nın Türkiye hakkındaki görüşü birden bire değişti; Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması politikası aksine, bu hükümeti yavaş yavaş ortadan kaldırma politikasına dönüştü. Birçok büyük devletin meşhur politikacıları ondokuzuncu asırda Avrupa’da Türkiye’nin varlığı bütün Avrupalılar için utançtır diye açıkça bağırmaya başladılar.
1895 yılında Türkiye’nin paylaşılması projesi tamamlanmış ve Bâbıâlî Avrupa korumasından mahrum kalmıştır.
Türkiye Ruslara karşı koyabildikçe Avrupa kendisine dosttu. Fakat Türkiye’nin gücü zayıfladıkça ve Avrupa’nın istediği zamanda Rusya ile savaşa istekli olmayınca Avrupa’nın Türkiye’ye karşı dostluğu da ortadan kalktı. Rusya bir asırdır yeni yeni olaylar çıkmasına elverişli olan Doğu Hıristiyanları'nın koruyucusu olmuştur. Bu gibi karışıklıklar Türkiye’de o kadar kolay ortaya çıkmaktadır ki sadece biraz bozguncuların tarafını tutar gibi görünmek yeterlidir; karışıklık hemen hazırdır. Rusya da hemen kılıcı çeker ve Hıristiyanları savunmaya koşar. Bundan dolayı her türden yeni karışıklıklar Rusya-Türkiye savaşına en güzel sebep oluşturur. Bu konuda batı diplomasisi zorunlu bir çaba gösterir.
Eğer böyle olmaz da Türkiye’de karışıklık sürerse Avrupa için müdahale yolu açılır ki bu da batı diplomasisinin işine gelir. Fakat kendisi için zorluklar ortaya çıkar.
1894 senesinden itibaren Türkiye’de tedirginlik veren bir çok olay meydana gelmeye başlamıştır. Eğer Avrupa desteği olmasaydı yeryüzünde böyle bir olay hiç bir zaman ortaya çıkmazdı. İlk etapta Ermeni sorunu ortaya atıldı. Bu sorun Osmanlı Asyası'ndaki on vilâyeti kana buladı. Rusların ses çıkarmadığı ve Ermenilerin de artık güçten düştüğünü gören Avrupa Türkiye’nin başına yeni bir Girit sorunu çıkardı. Bunun da beklenen neticesi olarak Türk-Yunan savaşı ortaya çıktı. Ve bunun da ardından Makedonya sorunu baş gösterdi. İşte on senedir birbirini izleyen olayların sonucu artık bütün bu meselelerin sonuna yaklaşıldığını gösteriyor.
İşte bu şekilde Ermeni meselesi Avrupaca oynanmaya başlanan dramın birinci perdesini oluşturur. Bunun da başlangıcı bir asırdır Doğu’yu rahatsız eden peşpeşe olaylardır.
Ermeni hükümetinin kurulması, çeşitli milletlerden olan Güney Kafkasya’nın diğer tarafındaki Rusya’nın Osmanlı Asyası’na doğru genişlemesine Avrupa tarafından istenen güzel bir engeldir. Böyle bir düşüncenin gerçekleşmesi zordur. (Bu bölgede Doğu Anadolu halkı Ermenilerden bir kaç kat fazladır).
Ancak Avrupa bunda başarılı olunur düşüncesiyle Ermenileri satın aldı ve taraf tutarak 1895 ve 1896 yıllarındaki olayları çıkarttı.
İngiltere ilk önce Ermeni sorununu ortaya attı. Ermeni sorununu alkışlayan diğer Avrupa hükümetleri sorunun içinden çıkılmaz bir halde olduğunu biliyordu. Ancak bunlar da Ermeni komitesini hiç sevmediklerinden bu karışıklığın sonunda Ermenilerin uğrayacakları zararları dikkate almadılar. Genelde onlar için Ermeni kargaşasının gündeme gelmesi gerekliydi. Ermeniler bilmeden görevlerini tamamladıklarında Avrupa onları üzerinden atıp kurtuldu. 1898 ve 1899 yıllarında artık kimse onlarla ilgilenmedi. Ermeniler böyle bir köşeye atıldıklarında 1894 yılından bin kat daha kötü durumdaydılar. Şimdi Ermeni sorunu basında bile görünmez oldu. Ancak bazı yerlerde Ermenilerin unutulmaması için konuşmalar ve konferanslar yapıldığı ara sıra basında görülüyor. Paris, Cenevre, Brüksel, Milan, Budapeşte çoğunlukla bu gibi ısmarlama konferansların yapıldığı yerlerdir. Daha geçende bir çok Ermeni dostları Berlin’de toplanmışlardı. Konuşmacılar Ermenilerin içine düştüğü felâketi ve Avrupa’nın bunu üzerinden nasıl silkinip attığını, özellikle Rusya’nın hiç ses çıkarmadığını yakınarak anlattılar. Tüm olanlara rağmen Ermeni sorunu diplomatların programından çıkmış oldu.
Bununla beraber Fransa’daki meşhur politikacılardan Jores, Klemanso, Anatol Frans ve Presanse’nin etkili konuşmaları ve İtalya’nın da işe karışır gibi görünmesi belki Ermeni sorununu yeniden canlandırabilir.
Oysa yapılan her şey Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hisse sahibi olmak amacına yöneliktir. Hıristiyanları korumak, insanlığı ve kanunu savunmak, bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermenilerin gerçekten zor duruma düşmelerine Avrupa aldırış bile etmemektedir. Ermeniler parlak konuşmalardan etkilenip bir daha ayaklansalar ve geçen olaylar kadar zarara uğrasalar o ünlü konuşmacıların meydana gelecek sonuçtan zerre kadar yüzleri kızarmaz.”


Gerçekten de 1897-1912 yılları arasında geçen süre içerisinde Ermeni konusu Avrupa ülkeleri ile siyasî sorun olmaktan çıkmıştı. Avrupa devlet ve sefirlerinin Osmanlı hükümetine karşı görevleri; sıradan olaylar sebebiyle tazminat talebinde bulunmak ve olaylara neden olanların cezalandırılmalarını istemek gibi girişimlere ve ağırlığı olmayan başvurulara dönüşmüştü. 1909 yılında Adana’da ortaya çıkan olaylar bile politik açıdan ilgi çekmedi. Yalnız söz konusu devletlerden bazıları tebealarından zarar görenler lehinde tazminat istemekle yetindiler.

1912 yılından itibaren ise Ermeni talepleri tekrar canlandırılmaya başladı. Bu dönem aynı zamanda I. Dünya Savaşının zeminini hazırlayan çalışmalarının da yapılmaya başladığı dönem.




Kaynaklar:
• Tiflis Başşehbenderi Münir Süreyya Bey’in 9 Temmuz 1916 tarihli raporu.
BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı