7 sonuçtan 1 ile 7 arasý

Konu: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    Share
  1. #1
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Beþeri Rejimler ve Ýslam

    BEÞERÝ REJÝMLER VE ÝSLAM

    GÝRÝÞ

    Zamanýmýzda ehemmiyetle üzerinde durulan önemli meselelerden biri de, beþerî düþüncelerin ortaya koyduðu rejimlerin Ýslâmiyetle baðdaþýp baðdaþmadýðý meselesidir.

    Evvela, beþerî rejim olarak ortaya konulan demokrasiyi ele alacaðýz. Þöyle ki; demokrasi, kendi anayapýsýný teþkil eden esaslarýna ters düþmeyen her þekle ve anlayýþlara açýk bir sistemdir. Yani halk çoðunluðunun tercih ettiði sistem ve anlayýþa göre þekillenir. Halk çoðunluðunun tercihi deðiþtikçe o da deðiþir.

    Nazariyatta bilinen bu mütehavvil demokrasi, tatbikatta görülen demokrasiden maalesef farklýdýr. Nazariyattaki demokrasi, halk egemenliðini gerçekleþtiren,

    · hür seçim

    · hukukun hakimiyeti

    · kanun karþýsýnda müsavat

    · din ve vicdan hürriyetleri

    · fikir, kelam ve neþir hürriyetleri

    gibi temel yapýya dayanýr ki bu esaslar demokrasinin anayapýsýdýr ve deðiþemez ve deðiþtirilemez cihetidir.

    Bu broþürde daha çok nazarî demokrasiden bahsedilecektir.

    Tatbikatta ise, çok kere kitablarda kalan demokrasi esaslarýnýn zýdlarý hükmeder. Dolambaçlý yollarla demokrasi adýna ideolojik ve þahsi garazlarýn mücadelesi, cemiyet ve siyaseti çýkmazlara sokar.

    Mezkür nazarî demokrasinin en çok dikkat çeken bir hususiyeti vahye yani dine dayanmak veya dayanmamak mecburiyetinin olmamasýdýr. Evet, demokrasi mücerred asliyetiyle renksizdir. Yani, tatbikat öncesinde (esaslarýnýn dýþýnda) hususiyetler taþýmaz.

    Halbuki Ýslâmiyet siyasi iktidar sahibi deðilken, yani müslümanlar azýnlýkta iken de prensip ve itikadî cihetiyle vahye dayanan inancýný esas alýr. Ýslâm, vahyin tebliðini ister ve hakimiyetini yani bütün kainata hakim olan Allah’ýn gönderdiði ahkâmýn, beþerin þahsî ve Ýçtimaî hayatýna hükmetmesini ve teblið yoluyla bu hakimiyete zemin hazýrlanmasýný emreder.

    Demokratik iktidar ise vahyi esas almayan bir topluluða dayanýyorsa, kendini iktidara getiren bu topluluðu temsil ederek dine dayanmaz. Zira demokrasinin temel prensiplerinden biri halk hakimiyetidir. Eðer cemiyette çoðunluk olarak vahyi esas alan yani dine baðlý bir topluluk mevcutsa, iktidar da bu topluluðun temsilcisi olarak dine dayanan bir iktidar olmak mecburiyetindedir.

    Bediüzzaman Hazretleri bu hususu hatýrlatýr mânâda diyor ki;

    «Madem ki meþrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzýmdýr. Milletimiz de yalnýz Ýslâmiyet'tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lazlarýn en kuvvetli ve hakikatlý revabýt ve milliyetleri, Ýslâmiyet'ten baþka bir þey deðildir.» (Hutbe-i Þamiye sh: 93)

    Ýþte Bediüzzaman Hazretleri bu ifadesiyle bir cemiyetin ekseriyeti müslümansa, Ýslâm iktidarýnýn yani, Ýslâm Cumhuriyeti’nin hâkimiyeti, kaçýnýlmaz bir netice olacaðýný hatýrlatýr.

    Tatbikatta görülen demokrasilerde ise, siyasî iktidarlar, imkân buldukça antidemokratik ve dolambaçlý yollara baþvurarak ve hür rejimin esaslarýný ihlal ederek, muhalefet partilerine ve bilhassa Ýslâmiyete ve müslümanlara tasallut edilmesi asrýn siyaset dünyasýnda bir nev’i maharet addedilir olmuþtur.

    Oysa Ýslâm iktidarý, tecavüz etmeyen gayr-ý müslim bir topluluða dahi tasallut etmez, sadece tebliðde bulunur. Çünkü teblið, hür rejimlerin reddedemeyeceði en meþru bir yoldur. Hür rejimlerde fikir ve söz hürriyetine ve tebliðe engel olunamaz. Aksi halde hür rejimin en mühim esaslarýndan olan din, vicdan, fikir ,söz ve neþir hürriyetleri çiðnenmiþ olur.

    Þu halde hür rejimin temel prensiplerinden birisi olan halk hakimiyeti prensibi, bir Ýslâm cemiyetinde halkýn kendisini Allah’ýn emirlerine uygun olarak idare etmek istemesi þeklinde ortaya çýkar. Bunun aksini düþünmek tenakuz olur. Çünkü Ýslâmiyete baðlý bir milletin, bilerek, Allah’ýn insan hayatýndaki hakimiyetinin tahakkukunu saðlayan kanunlarýn ilgasýný isteyeceði düþünülemez.

    Þu halde Ýslâm cemiyetinde Demokrasi, bir Ýslâm Cumhuriyeti olarak ortaya çýkar.

    Yoksa millet çoðunluðunu teþkil eden müslüman halkýn bilgi yetersizliðini istismar ederek giriþilen aldatýcý propagandalarla, dolambaçlý ve maksatlý yapýlan seçim sistemleriyle ve aþýrý müstebit bir dogmatizm mânâsýný taþýyan bir kýsým prensiplere peþinen uyma mecburiyeti getiren kayýtlar yoluyla iktidar olmak, emsalsiz bir antidemokratik hareket olur. Bu yollarla ele geçirilen iktidar da gayr-ý meþru olup vahþet mânâsýný taþýr.

    Yalnýz þu var ki; harp neticesinde kazanýlan iktidar, yukarýda bahsolunan halk ekseriyetine dayanmak prensibini nazar-ý itibara almaz. Bu husus umumî bir kaidedir. Fütuhat yoluyla iktidar olan Ýslâm, idaresi altýna aldýðý memleketin ekseriyet teþkil eden halkýna can, mal ve namus masuniyetiyle beraber meþru hürriyetlerini verir. Mürtedlere ise, hayat hakký tanýmaz. Çünkü mürted Ýslâmiyeti kabul ettikten sonra ihanetle dini reddetmiþ olduðundan onlara hürriyet hakký tanýnmaz.

    Nitekim hür rejimin temel prensiplerine muhalefet etmeyi meþru görmek, insaniyet ve medeniyeti ve hukukun hakimiyeti gibi prensipleri reddedip anarþizmi yani kuvvetlinin zayýfý ezme vahþetini kabul etmek demektir.

    Öyle de Ýslâmiyet, hakiki hürriyet rejiminin bütün esaslarýný ve iyiliklerini ihtiva ettikten baþka insanlýk dünyasýnýn en büyük ihtiyaç ve meselesi olan ruhî, manevî ve ebedî hayatýn müjdesini vermek cihetinden de en üstün ve emsalsiz bir hidayet yoludur. Binaenaleyh Ýslâm dinine girdikten sonra bu dini terkeden mürtedin de hayat hakký olamayacaðý öncelikle anlaþýlýr.

    Hem vicdan hürriyetine zahiren aykýrý görünen irtidad cezasý, vicdan hürriyetine aykýrý deðil, belki vicdan hürriyetiyle beraber her türlü meþru hürriyetlerin varlýðý için bu ceza zaruridir. Çünkü mürtedlerin (anarþistlerin) istila ettiði yerde, hiçbir hürriyetin varlýðý düþünülemez. O halde hayatta ya hürriyet ve hür insanlýk hâkim olacak veya irtidad ve anarþi vahþeti istila edecek.

    Demek bu iki kutup birbirine zýttýr, birleþemez. Ýþte irtidad ve anarþi, hürriyetleri ilga ettiðinden, hiçbir hürriyet rejiminde bunlara hayat hakký tanýnamaz.



  2. #2
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    HÜRRÝYETLERÝN SINIRI VE ÞEAÝRÝN KORUNMASI

    Yukarýda bahsedilen prensipler ve hürriyetlerin þekil ve hudutlarýnýn tayininde beþerî ve semavî ölçülere göre farklýlýklar vardýr.

    Bu farklýlýðýn en ciddi ciheti þudur ki: Prensip ve kanunlar, hak ve adaleti, iyiyi ve faydalýyý koruyan; batýlý zulmü, þer ve zararý durduran mahiyette olmalarý umumî bir kaidedir. Fakat iyinin ve kötünün tayininde semavî ve beþerî nokta-i nazar ve kýstaslardan hangisi tercih edilecek?

    Demokrasiye göre, cemiyet dine baðlý deðilse beþerî anlayýþ, cemiyet dindar ise, semavî kýstaslar hükmedecektir.

    Mesela bir Ýslâm cemiyetinde Ýslâm hukuku, milli ahlaký bozan ve manevî hukuka ve deðerlere zarar veren durumlarý önler. Sosyal hayatýn tesiri inkâr edilemez. Mesela açýk saçýk gezmek hürriyeti isteyen bir kadýn, bu haliyle müslümanlarýn manevî hayatýna ve en kudsî varlýðý olan uhrevi saadetine zarar verip manevî hayatýna ve hukukuna tecavüz ediyor. Hatta böyle serbestlikler, bir Ýslâm cemiyetinin bozulmasýna, hatta anarþiye kadar yol açabilir.

    Beþerî nokta-i nazar ise, böyle manevî zararýn varlýðýný düþünmüyor. O halde müslüman ekseriyetine istinaden kurulan bir Ýslâm devletinde, bu ve buna benzer manevî zararlarýn önlenmesi lazýmdýr.

    Evet, Ýslâmî þeairi tatbik edip bu þeaire zýd olan bid’atlar önlenmelidir.

    Bediüzzaman Hazretleri ilk kurulan Cumhuriyet Meclisine hitaben yazdýðý ve mebuslara ve kumandanlara daðýttýðý on maddelik beyannamesinde bu hususu ehemmiyetle nazara veren ifadelerinden bazýlarý aynen þöyledir:

    «Âlem-i Ýslâmý mesrur ettiniz. Muhabbet ve teveccühünü kazandýnýz; lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, þeair-i Ýslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira müslümanlar, Ýslâmiyet hasebiyle sizi severler.« (Tarihçe-i Hayat sh: 139)

    «Madem Þarký intibaha getirdiniz.. fýtratýna muvafýk bir cereyan veriniz. Yoksa sa'yiniz ya hebaen-mensurâ gider veya sathî kalýr.» (Tarihçe-i Hayat sh: 140)

    «Ýslâmiyet, metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediði bir zamanda, lâubaliyane, Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ý bid'akârâne sinesinde yer tutamaz. Demek Âlem-i Ýslâm içinde mühim ve inkýlâbvari bir iþ görmek; Ýslâmiyetin desatirine inkýyad ile olabilir; baþka olamaz, hem olmamýþ, olmuþ ise çabuk ölüp sönmüþ.« (Tarihçe-i Hayat sh: 141)

    «Þu meclisin þahsiyet-i maneviyesi, sahip olduðu kuvvet cihetiyle, manâ-yý saltanatý deruhde etmiþtir. Eðer þeair-i Ýslâmiyeyi bizzat imtisâl etmek ve ettirmekle manâ-yý hilâfeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört þeye muhtaç; fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beþ defa dine muhtaç olan, þu fýtratý bozulmayan ve lehviyat-ý medeniye ile ihtiyacat-ý ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ý diniyesini Meclis tatmin etmezse; bilmecburiye, mânâ-yý hilâfeti tamamen kabul ettiðiniz isme ve resme ve lâfza verecek; ve o mânâyý idame etmek için, kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan öyle bir kuvvet, inþikak-ý asâya sebebiyet verecektir. Ýnþikak-ý asâ ise, @®Q[¬W«%ö¬yÁV7!ö¬u²A«E¬«ö!x*W¬M«B² 2!ö«:öÂyetine zýddýr.« (Tarihçe-i Hayat sh: 142)

    «Bilirsiniz ki; ebedî düþmanlarýnýz ve zýdlarýnýz ve hasýmlarýnýz, Ýslâmýn þeâirini tahrip ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, þeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa þuursuz olarak, þuurlu düþmana yardýmdýr. Þeairde tehavün, za'f-ý milliyeti gösterir. Za'f ise, düþmaný tevkif etmez, teþçi eder.» (Tarihçe-i Hayat sh: 142)

    Evet «Þeair-i diniyenin muhafazasý haklarýnda gelen ve tevil kaldýrmaz sarih çok âyât-ý Kur'aniye» var. (Þualar sh: 432)

    «Bu þeairin umuma taalluku cihetiyle umum onda hissedardýr. Umumun rýzasý olmazsa onlara iliþmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O þeairin en cüz'îsi (sünnet kabilinden bir mes'elesi) en büyük bir mes'ele hükmünde nazar-ý ehemmiyettedir. Doðrudan doðruya umum âlem-i Ýslâma taalluk ettiði gibi; Asr-ý Saadetten þimdiye kadar bütün eazým-ý Ýslâmýn baðlandýðý o nuranî zincirleri koparmaya, tahrib ve tahrif etmeye çalýþanlar ve yardým edenler düþünsünler ki, ne kadar dehþetli bir hataya düþüyorlar. Ve zerre miktar þuurlarý varsa, titresinler!..» (Mektubat sh: 396)

    Mezkür þeairin tahribatýný tamir edecek olan Ýslâm Birliðinin «Ýkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvaný ile Þeair-i Ýslâmiyeyi ihya etmektir.» (Emirdað Lahikasý-l sh: 266)

    Çünkü: «Umumun ve bahusus avam-ý mü'minînin istinadgâhlarý olan Ýslâmî esaslarýn ve cereyanlarýn ve þeairlerin kýrýlmasý ile bozulmaða yüz tutan vicdan-ý umumî» (Þualar sh: 179) ifadelerinde beyan olunduðu gibi þeairin kaldýrýlmasýyla millî ahlak, millî vicdan bozulur ve giderek anarþiye kapý açýlýr ve dolayýsýyla islâm dünyasýnýn helâketine sebebiyet verilir. Bu çok dehþetli neticenin önlenmesi için þeairin ihya ve muhafazasýna ve millî ahlâký bozan bid’alarýn giderilmesine zaruret vardýr.

    Yukarýda anlatýlan millî ahlak ve vicdaný bozan yaþayýþ þekline yapýlan bu þer’i müdahale, halk ekseriyetine dayanan hür rejiminde icabýdýr. Çünkü azýnlýkla ekseriyet arasýndaki bu tarz durumlar ve meseleler tezadîdir. Her iki tarafýn isteðini icra etmek mümkün deðildir. Bu gibi meselelerde azýnlýðýn isteðini yapmak, ekseriyetin hakkýný ve iradesini ilga etmek demektir. Bu da Ýslâm’a zýt olduðu gibi ayný zamanda antidemokratiktir.

    Azýnlýkta olanlar, baþkalarýna zarar vermeyecekleri sahalarda serbest olabilirler, gayr-ý müslimler, baþkasýna zarar vermeyen ve vicdan hürriyeti içinde yerini alan fikir ve inançlarýnda serbest ve hürdürler. Bir müslüman azýnlýðýn da gayr-ý müslim bir devlete ayný hak ve hürriyetleri vardýr. Yukarýda bahsi geçen uygulamayý hür rejime aykýrý görmek ekseriyete raðmen azýnlýðý hâkim kýlmayý istemek demektir.

    Hür rejim esaslarýna dayanan bir devlet bünyesinde görevli bir devlet adamý, resmî sýfatýyla millet içindeki fikrî ve dinî cemaatlara karþý bîtaraftýr. Çünkü devlet, milletin bilâtefrik idare merciidir. Devlet adamý, devlet adamý sýfatýyla bîtaraf kalýr ve fikren muhalif olduðu taraflara da âdil muamele etmesi gerekir. Devlet adamý, vazife makamýnda, eðer ideolojisi hesabýna tarafgirane hareket ederse, devletin itibarýna zarar verir ve umumi huzurun bozulmasýna ve milli, bünyede gruplaþmalarý tahrik ederek tefrikaya yol açar.

    Bir memleketin kendi içtimaî hayatýndaki müþterek ve umumi ihtiyaçlarýný, iktisadî þartlarý içinde temin ve icrasý için teþkil ettiði hukukî ve idarî teþkilatý olan devletin sahibi, devleti kuran millettir. Devlet memuru ve âmirleri, hakkýn ve halkýn hâdimleri ve maaþlý iþçileri mânasýndadýr. Bir hadiste buyurulduðu gibi:

    «1 Seyyid ul Kavmu Hadimuhum «, hakikatýyla, memuriyet bir hizmetkârlýktýr; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti deðil. Bu zamanda terbiye-i Ýslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin za'fiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuþ. Memuriyeti hizmetkârlýktan çýkarýp, bir hâkimiyet ve müstebidane bir mertebe tarzýna getirdiðinden; abdestsiz, kýblesiz namaz kýlmak gibi, adalet adalet olmaz, esasýyla da bozulur ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçemiyor ki, hak olabilsin; belki nefsanî haksýzlýklara vesile olur.» (Emirdað Lâhikasý-ll sh: 173)

    Ýþte bu hakikat-ý hadisiyeye aykýrý olarak ve enaniyetin hâkimiyeti zevkiyle, bir kýsým devlet adamlarý, milletin þahsî hayatýna, kýyafetine hatta düþünce ve itikadýna kadar müdahale etmek istediklerinden, devletin müdahale sahasýný hayli geniþletmiþlerdir.

    Halbuki devletin -milli hizmetleri müstesna- adlî ve idarî müdahale sahasý, ciddî bir ihtiyaç olmadýkça geniþletilmemelidir. Çünkü geniþlerse, ferd hürriyetlerine müdahalesi artar ve böylece devlet, memuru olduðu milleti rahatsýz eder. Halbuki devletin sahibi millettir.

    Devletin dahildeki vazife sahasý; askerî teþkilat, adalet müesseseleri, devlet gelirlerine ve gelir kaynaklarýna bakmak ve hastane, yol, muhaberat ve fakirlere yardým hizmetleri gibi vazifeler çerçevesine kalýr ve lüzumu kadar vazife yüklenir. Yoksa devlet bürokrat durumuna ve giderek aþýrý devletçiliðe kayar ve devletin sahibi olan milletin üstünde mütehakkim bir kadro olarak ortaya çýkar. Bilhassa harb veya ihtilal hâdiselerinin neticesinde «istibdadat-ý askeriye« ve bir nev’i askerî saltanat þekline döner.


  3. #3
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    LÂÝKLÝKLE DEMOKRASÝ BAÐDAÞIR MI?

    Ýslâm hukukunu mer’iyetten kaldýrmak esasýna dayanan Lâiklikle, halk ekseriyetine istinad eden Cumhuriyet; büyük çoðunluðu müslüman olan bir milletin kuracaðý devlet bünyesinde cem’ olamaz, birbirini nakzeder. Zira Lâikliðin benimsenmesiyle iman birleþmiyor. Bu hüküm dinde kesindir. (Ýslâm Prensipleri Ansiklopedisi 2196. Paraðrafýna bakýnýz)

    Demokrasinin temel prensiplerinden birisi olan halk hâkimiyeti; bir Ýslâm cemiyetinde halkýn kendisini Allah’ýn emirlerine uygun olarak idare edilmesini istemesi þeklinde ortaya çýkar. Bunun aksini düþünmek tenakuz olur. Çünkü Ýslâmiyete baðlý bir milletin Allah’ýn insan hayatýndaki, hâkimiyetinin tahakkukunu saðlayan kanunlarýnýn ilgasýný isteyeceði düþünülemez.

    Amma dolambaçlý yollarla yani milletin saflýklarýndan istifade ederek veya baskýlar yoluyla müslüman çoðunluk, inancýna aykýrý bir yola sürüklenebilir.

    Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin hakkaniyet delillerini anlatan bahsin bir kýsmýnda diyor ki:

    «Evet tehditlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ý âmmeyi baþka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz'îdir, sathîdir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir.

    Amma irþadýyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatýn en incelerini heyecana getirmek, istidadlarýn inkiþafýna yol açmak, ahlâk-ý âliyeyi tesis ve alçak huylarý imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldýrýp hakikatý teþhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak þua-i hakikattan muktebes hârikulâde bir mu'cizedir.» (Ýþarat-ül Ý’caz sh: 109)

    Þu halde hür rejimin, insaniyet ve medeniyetin taraftarý olanlar, zorba ve þiddet yollarýna girmezler. Medenî insanlar, halk çoðunluðunun tasvib etmediði düþünce ve isteklerini zorba yoluyla kabul ettirmekten ve icra etmekten çekinirler. Ancak söz anlamayan vahþiler müstesnadýr.


  4. #4
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    ARÝSTOKRASÝ VE ÝSLÂM

    Bilindiði gibi aristokrasi, ihtisas, dirayet ve liyakat gibi þartlara dayandýðýndan halkýn reyine yer vermez. Ýktidarý, imtiyazlý azýnlýðýn hakký olarak kabul eder. Buna karþýlýk demokrasi, halk ekseriyetine dayanýr. Ýslâmiyette ise, þer’î ahkâmla tayin edilmemiþ sahalarda teþri’ için, havastan kurulan þura heyeti vasýtasýyla ihtisas, dirayet ve ahlak cihetlerinden liyakatlý olan mebus namzetlerinin tesbiti yapýlýr. Sonra bu þahýslarý milletin reyine arz eder. Seçilenler vazifeyi deruhte eder. Böylece Ýslâm, kendine has ve ulvî meziyetleri yanýnda hem aristokrasinin liyakat ve hem de demokrasinin halk iradesinin hâkimiyeti gibi maslahatlý taraflarýný da cem eder. Yani Ýslâm, hakkýn hakimiyetini esas aldýktan sonra ihtisas ve faziletin ve halkýn hakkýný da verir.

    Ýçtihat yapmak salahiyetinde olmayan kiþilerden müteþekkil bir heyet, dinin hükmetmediði saha olan mubahatta yani «Entüm a’lemu biumuri dünyaküm« (Sahih-i Müslim, 44. Kitab-ül Fezail 38. Bab) mânâsýndaki hadislerin mânâ çerçevesine giren umur-u dünya hakkýnda maslahatlara göre kanun yapabilir. Fakat dinde hükme baðlanmýþ ve dinin teþri sahasýna girip müctehidlerin yeni içtihadýný gerektiren meselelerde ictihad salahiyeti bulunmayan bir heyet, maslahat anlayýþýyla teþri yapamaz.

    Ýkinci Meþrutiyet devresinde teþri’ organý hakkýnda Bediüzzaman’a sorulan bir sual ve cevabý, bu meseleye güzel bir örnektir.

    «Sual: «Meclis-i Meb’usanda hýristiyanlar, yahudiler vardýr. Onlarýn reylerinin þeriatta ne kýymeti vardýr?:

    Cevab: Evvela, meþverette hüküm ekserindir. Ekseriyet ise müslümandýr. Altmýþtan fazla ulemadýr. Meb’us hürdür. Hiçbir te’sir altýnda olmamak gerektir. Demek hâkim Ýslâmdýr.

    Saniyen: Saati yapmakta veyahut makinayý iþletmekte sanatkâr bir Hoço veya Berham’ýn reyi mu’teberdir. Þeriat reddetmediði gibi, Meclis-i Meb’usan’daki mesalih-i siyasiye, menafi-i iktisadiye dahi ekseri bu kabilden olduðundan reddetmemek lâzým gelir. Amma ahkâm ve hukuk ise zaten tebeddül etmez. Tatbikat ve tercihattýr ki, meþverete ihtiyaç gösterir.

    Meb’uslarýn vazifesi o ahkâm ve hukuku su-i istimal etmemek ve bazý kadý ve müftülerin hilelerine meydan vermemek için, bazý kanunlarý yapmak, etrafýna sur etmektir. Aslýn tebdiline gitmek olmaz. Gidilse intihardýr.» (Asar-ý Bediiye sh: 417).


  5. #5
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    ÞERÝ’AT

    «Kur'anýn düsturlarý, kanunlarý, ezelden geldiðinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunlarý gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm deðildir. Daima gençtir, kuvvetlidir.» (Sözler sh: 408)

    Evet, «Þeriat-ý Garra Kelâm-ý Ezelî'den geldiðinden ebede gidecektir. Zira þecere-i meyl-ül istikmal-i âlemin dalý olan insandaki meyl-üt terakkinin mahsul ve semeresi olan istidadýn telahuk-u efkârla hasýl olan netaicinin teþerrüb ve tegaddi ile büyümesi nisbetinde, Þeriat-ý Garra aynen maddî zîhayat gibi tevessü' ve intibak edeceðinden ezelden gelip ebede gideceðine bürhan-ý bahirdir.» (Divan-ý Harb-i Örfî sh: 76)

    Yani beþer, fünün-ü müsbete denilen kâinat ilimlerinde, teknik keþfiyatta ve fikrî inkiþaflarda ne kadar ilerlerse ilerlesin, Kur’anýn bitmez ince mânâlarý, istikbale bakan iþaretleri, cemiyet hayatýnýn ahvaline bakan ahkâm-ý ictihadiyesi, beþeriyet alemine gereken dersleri daima verecek ve irþadatý yapacak ve gayelerini ve hedeflerini gösterecektir.

    Evet, Kur’anýn mâna câmiiyeti küllîdir, bütün zaman ve mekânlarý kaplar. Zira Kur’an, kâinatý yani, alem-i þehadet ve alem-i ebediyi hikmetlerine göre yaratan zâtýn, yarattýðý kâinatý bütün gaye ve hususiyetleriyle anlatan kelâmýdýr.

    Onun sözleri, kâinat hakikatlarýna, olmuþ ve olacak bütün hadisat ve vakiata tamtamýna mutabýktýr ve mutabýk olacak ve ebede doðru gidecektir.

    Þeri’atý inkâr etmek, kâinat hakikatlarýný ve onda keþfolunan fýtrat kanunlarýný, yani müsbet fen ve ilimleri inkâr etmek manasýný taþýr. Kâinatý, hikmetinin iktizasý üzere yaratýp tanzim eden Zâtýn gönderdiði þeri’at, insaný fýtrat kanunlarýna uygun istikamet ve selâmet yoluna sevk eder. Þeri’atý, dinlemeyip muhalefet edenler ise, fýtrat kanunlarýna ters düþerler.

    Bu hakikatý en güzel tarif eden Bediüzzaman, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ýn getirdiði þeri’at hakkýnda diyor ki:

    «Öyle bir din ve þeriat göstermiþtir ki; iki cihanýn saadetini temin edecek desatiri câmi'dir. Ve câmi' olmakla beraber, kâinatýn hakaikýný ve vezaifini ve Hâlýk-ý Kâinat'ýn esmasýný ve sýfâtýný, kemal-i hakkaniyetle beyan etmiþtir.

    Ýþte o Ýslâmiyet ve þeriat, öyle bir tarzda muhit ve mükemmeldir ve öyle bir surette kâinatý kendiyle beraber tarif eder ki, onun mahiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinatý yapan zâtýn, o kâinatý kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir. Nasýl ki bir sarayýn ustasý, o saraya münasib bir tarife yapar. Kendini vasýflarýyla göstermek için, bir tarife kaleme alýr; öyle de: Din ve þeriat-ý Muhammediyede (A.S.M.) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki; kâinatý halk ve tedbir edenin kaleminden çýktýðýný gösterir. Ve o kâinatý güzelce tanzim eden kim ise, þu dini güzelce tanzim eden yine odur. Evet o nizam-ý ekmel, elbette bu nazm-ý ecmeli ister.» (Mektubat sh: 193)

    Evet, Resul-u Ekrem (a.s.m) «Ýnsanlarýn saadetini temin eden bir þeriat tutmuþtur ki, libasa benzemiyor; cild ve deri gibi yapýþýk olup, istidad-ý beþerin inkiþafý nisbetinde tevessü' ve inkiþaf etmekle, saadet-i dâreyni intac ve nev'-i beþerin ahvalini tanzim eder.

    O þeriatýn kanunlarý, kaideleri nereden gelmiþ ve nereye kadar devam eder gider diye sorulduðu zaman, yine o þeriat, lisan-ý i'cazýyla cevaben diyecektir ki: Biz Kelâm-ý Ezelî'den ayrýldýk, nev'-i beþerin fikriyle beraber ebede kadar devam edip gideceðiz. Fakat nev'-i beþer dünyadan kat'-ý alâka ettikten sonra, biz de sureten teklif cihetiyle insanlardan ayrýlacaðýz fakat maneviyatýmýz ve esrarýmýzla nev'-i beþerin arkadaþlýðýna devam edip, onlarýn ruhlarýný gýdalandýrarak, onlara delil olmaktan ayrýlmayacaðýz.» (Ýþarat-ül Ý’caz sh: 114)

    Evet, Muhammed (a.s.m.) «Küre-i zeminden daha büyük bir hakikatý omuzuna almýþ ve bütün nev'-i beþerin saadetine tekeffül eden bir þeriatý ki: o þeriat, fünun-u hakikiye ve ulûm-u Ýlahiyenin zübdesi olarak istidad-ý beþerin nümüvvü derecesinde tevessü' edip iki âlemde semere vererek ahval-i beþeri güya bir meclis-i vâhid, bir zaman-ý vâhidin ehli gibi tanzim eden öyle bir adaleti tesis eder. Eðer o þeriatýn nevamisinden sual edersen ki: Nereden geliyorsunuz? Ve nereye gideceksiniz? Sana þöyle cevab verecekler ki: Biz kelâm-ý ezelîden gelmiþiz. Nev'-i beþerin selâmeti için ebedin yolunda refakat için ebede gideceðiz. Þu dünya-yý fâniyeyi kestikten sonra, bizim surî olan irtibatýmýz kesilirse de; daima maneviyatýmýz beþerin rehberi ve gýda-yý ruhanîsidir.» (Muhakemat sh: 137)

    Bediüzzaman Hazretleri önce Osmanlý siyaset adamlarýna ve dolayýsýyla bütün gelmiþ ve gelecek iyi niyetli idarecilerin nazarlarýna ve insanlýða, þeriatýn 33 meziyet ve faidelerini veciz ifadelerle þöylece arz ediyor;

    «Ey meb'usan!

    Uzunluðu ile beraber gayet mûciz bir tek cümle söyleyeceðim. Dikkat ediniz, zira itnabýnda îcaz var.

    Þöyle ki:

    Meþrutiyet ve Kanun-u Esasî denilen adalet ve meþveret ve kanunda cem'-i kuvvet, bu ünvan ile beraber asýl mâlik-i hakikî ve sahib-i ünvan-ý muhteþem(1)

    ve müessir ve adalet-i mahzayý mutazammýn (2)

    ve nokta-i istinadýmýzý temin eden (3)

    ve meþrutiyeti bir esas-ý metine istinad ettiren (4)

    ve evham ve þükûk sahibini varta-i hayretten kurtaran(5)

    ve istikbal ve âhiretimizi tekeffül eden (6)

    ve menafi'-i umumiye olan hukukullahý izinsiz tasarruftan sizi tahlis eden (7)

    ve hayat-ý milliyemizi muhafaza eden (8)

    ve umum ezhaný manyetizmalandýran (9)

    ve ecanibe karþý metanetimizi ve kemalimizi ve mevcudiyetimizi gösteren (10)

    ve sizi muahaze-i dünyeviye ve uhreviyeden kurtaran(11)

    ve maksad ve neticede ittihad-ý umumiyeyi tesis eden(12)

    ve o ittihadýn ruhu olan efkâr-ý âmmeyi tevlid eden(13)

    ve çürük mesavi-i medeniyeti hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden (14)

    ve bizi Avrupa dilenciliðinden kurtaran (15)

    ve geri kaldýðýmýz uzun mesafe-i terakkide -sýrr-ý i'caza binaen- bir zaman-ý kasîrede tayyettiren (16)

    ve Arab ve Turan ve Ýran ve Sâmileri tevhid ederek az zamanla bize bir büyük kýymet veren (17)

    ve þahs-ý manevî-i hükûmeti Müslüman gösteren (18)

    ve kanun-u esasînin ruhunu ve Onbirinci Madde'yi muhafaza ile ve sizi hýns-ý yeminden kurtaran (19)

    ve Avrupa'nýn eski zann-ý fasidlerini tekzib eden (20)

    Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hâtem-i enbiya ve þeriatýn ebedî olduðunu tasdik ettiren (21)

    ve muharrib-i medeniyet olan dinsizliðe karþý sed çeken (22)

    ve zulmet-i tebayün-ü efkâr ve teþettüt-ü ârâyý safha-i nuranîsi ile ortadan kaldýran (23)

    ve umum ülema ve vaizleri ittihad ve saadet-i millete ve icraat-ý hükûmeti meþruta-i meþruaya hâdim eden (24)

    ve adalet-i mahzasý merhametli olduðundan anasýr-ý gayr-ý müslimeyi daha ziyade te'lif ve rabteden (25)

    ve en cebîn ve âmi adamý en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakikî-i terakki ve fedakârlýk ve hubb-u vatanla mütehassis eden (26)

    ve hâdim-i medeniyet (*) olan sefahet ve israfat ve havaic-i gayr-ý zaruriyeden bizi halâs eden (27)

    ve muhafaza-i âhiretle beraber imar-ý dünya etmekle sa'ye neþat veren (28)

    ve hayat-ý medeniyet olan ahlâk-ý hasene ve hissiyat-ý ulviyenin düsturlarýný öðreten (29)

    ve herbirinizi ey meb'uslar ellibin kiþinin takazasýný yani haklarýný sizden dava etmelerini hakkýnýzda tebrie eden(30)

    ve sizi icma-i ümmete küçük bir misal-i meþru gösteren (31)

    ve hüsn-ü niyete binaen a'malinizi ibadet gibi ettiren(32)

    ve üçyüz milyon Müslümanýn hayat-ý maneviyesine sû'-i kasd ve cinayetten sizi tahlis eden (33)

    ol Þeriat-ý Garra ünvanýyla gösterseniz ve hükümlerinize me'haz edinseniz ve düsturlarýný tatbik etseniz, acaba bu kadar fevaidi ile beraber ne gibi þey kaybedeceksiniz? Vesselâm.

    Yaþasýn Þeriat-ý Garra!..» (Hutbe-i Þamiye sh: 81-84)

    Ýþte yukarýdan buraya kadar kýsmen naklolunan parçalarda tarif edilen Ýslâm þeri’atý bütün beþeriyete hakikî istikameti göstermekte mümtazdýr. Nitekim Kur’an, (3:19, 73, 83, 85) (5:3) (39:3) gibi âyetler, mezkür hakikatý nazara verir.

    Bu þeri’ata hakkýyla baðlý olan Ýslâm ümmetinin Kur’an (3:110) ve emsali âyetleriyle bütün insanlýða örnek bir ümmet olduðu bildiriliyor. Böyle bir millet Ýslâmýn dýþýndaki milletleri örnek alamaz, onlarla anlayýþ ve yaþayýþ ortaklýðýna giremez.


  6. #6
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    DEMOKRASÝ NEREYE VARIR?

    Ýnsanlarýn ekserisi nefsani temayüllere sahip olduklarý cihetle, böyle bir ekseriyeti temsil eden demokrasilerde içtimai hayattaki neticelerinin müsbet olmasý ihtimali zayýftýr.

    Madem demokrasi, halka uyar. Yani temel yapýsýnýn dýþýnda kalan sahada halk çoðunluðunun iradesi geçerlidir. Halkýn ekseriyeti eðer sefih hayatý, medenî hayat deyip benimsiyorsa, kuracaðý idare sisteminde de sefahete hürriyet hakký verecek ve ona medenî hayat diyecektir.

    Evet demokrasi, manevî deðerler ve hayat anlayýþý gibi ideolojik sahalarda mütehavvildir. Ancak temel yapýsý sabittir ve o esaslara dokundurmaz. Bu esaslar ise; Hür seçim, hukukun hâkimiyeti, kanun karþýsýnda eþitlik, din ve vicdan, fikir, söz ve neþir hürriyetleri gibi deðiþmez esaslardýr.

    Demokrasinin mezkür hususiyetleri sebebiyle demokrasi, faziletli halk çoðunluðuna muhtaçtýr.

    Siyasi tarih araþtýrmacýlarý, demokrasinin en eski yurdu sayýlan eski Yunan’dan zamanýmýza kadar cereyan eden hâdiseleri deðerlendirince (her seferinde muttarid ve kesin olmamakla beraber) umumiyet itibariyle demokratik idarelerin peþini anarþinin takib ettiðini, anarþinin de yerine kan ve diktatör idarelere býraktýðýný müþahede etmiþlerdir. (Parkinson, L’Evolution de la Pensée Politique 1,22; 2,60,211)

    Cemiyette ekseriyetçe yaþanan hayat tarzý, çok defa cemiyetin çoðunluðuna tesir eder ve aþýlanýr. Bu müessiriyet içtimaî (sosyolojik) bir kanundur. Eðer cemiyetin hayat tarzý kýsmen de olsa nefsani ise, daha çabuk yayýlýr.

    Bediüzzaman Hazretleri ahirzaman fitnesine ait bir hadîsi izah ederken der ki: «Müþtehiyat ise, nefisler tarafdar olduðundan çabuk sirayet eder.» (Þualar sh: 586)

    Bozuk cemiyetlerde fikir yoluyla yapýlan müsbet telkin ve tebliðler, azýnlýkta kalan bazý iyi niyetliler için fayda saðlar, fakat mezkûr kaide ve nokta-i nazara göre, sefih ve nefisperest bir cemiyette ýslahtan daha çok ifsad ve anarþi artar.

    Bu hakikatý resmi makamlara ehemmiyetle bildiren ve cemiyette mimsiz medeniyetin yaydýðý bid’alarý kaldýrýp Ýslâmî þeairin ihyasýna dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri, beyanatýnýn bir kýsmýnda diyor ki:

    «Evet hürriyetçilerin ahlâk-ý içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça þimdiki vaziyeti gösterdiði cihetinden; þimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ý içtimaiye cihetinde, ne þekle girecek elbette anlýyorsunuz. Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canýyla Kur'anýn hizmetinde emsalsiz kahramanlýk gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehþetli lekedar belki mahvedecek bir kýsým nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatý verip, o dehþetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiðimizden; bu zamanýn insanlarýný deðil, o zamanýn insanlarýný düþünüyoruz....

    Evet eski terbiye-i Ýslâmiyeyi alanlarýn yüzde ellisi meydanda varken ve an'anat-ý milliye ve Ýslâmiyeye karþý yüzde elli lâkaydlýk gösterildiði halde; elli sene sonra, yüzde doksaný nefs-i emmareye tâbi' olup millet ve vataný anarþiliðe sevketmek ihtimalinin düþünülmesi ve o belaya karþý bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asýrdaki insanlarla uðraþmaktan kat'iyyen men'etti.» (Emirdað Lahikasý-l sh: 21)

    «Eðer þimdi, eski zaman gibi kahramancasýna Kur'an'a ve hakaik-i imana sahib çýkmazsanýz ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlýþ bir surette ve din zararýna medeniyetin propagandasý yerinde doðrudan doðruya hakaik-i Kur'aniye ve imaniyeyi tervice çalýþmazsanýz, size kat'iyyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i Ýslâmýn muhabbet ve uhuvveti yerine, dehþetli bir nefret ve kahraman kardeþi ve kumandaný olan Türk milletine bir adavet ve þimdi âlem-i Ýslâmý mahva çalýþan küfr-ü mutlak altýndaki anarþiliðe maðlub olup, âlem-i Ýslâmýn kal'asý ve þanlý ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasýna ve þark-ý þimalîden çýkan dehþetli ejderhanýn istila etmesine sebebiyet verecek.» (Emirdað Lahikasý-l sh: 218)

    Ýþte Bediüzzaman Hz. bu ikazlariyle 1996-1997 ve sonrasýnda milletin ve siyasetin çýkmaza sürükleneceðini haber veriyor. Çünkü mezkür yazý 1946-1947’lerde yazýldýðýndan, ayný yazýda dört defa tekrar edilen «50 sene sonra« kaydý 1996-1997’ye parmak basar.

    Görüldüðü gibi halkýn nefsani temayülatýna hürriyet hakký veren demokrasilerde netice böyle vahim oluyor.

    Bediüzzaman Hazretleri, müslüman bir cemiyet hayatýndan dini ayýrmanýn helâkete sebeb olacaðýný anlatan ve lâik anlayýþa meyili olan Jön Türk’lere hitab eden yarý manzum yazýsýnda da diyor ki:

    «Din Ýle Hayat Kabil-i Tefrik

    Olduðunu Zannedenler Felâkete Sebebdirler
    Þu jön-türkün hatasý; bilmedi o bizdeki din hayatýn esasý. Millet ve Ýslâmiyet ayrý ayrý zannetti.

    Medeniyet müstemir, müstevli vehmeyledi. Saadet-i hayatý içinde görüyordu. Þimdi zaman gösterdi,

    Medeniyet sistemi HAÞÝYE bozuktu, hem muzýrdý; tecrübe-i kat'iyye bize bunu gösterdi.

    Din hayatýn hayatý, hem nuru, hem esasý. Ýhya-yý din ile olur þu milletin ihyasý. Ýslâm bunu anladý...

    Baþka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkisi. Ýhmali nisbetinde idi milletin tedennisi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuþ tenâsi... (Sözler sh: 716)

    Bununla beraber Bediüzzaman Hazretleri geleceðe ümitle bakar ve beþeriyetin sulh-u umumi dairesinde bir saadetli hayata kavuþacaðýný da müjdeler.

    Bediüzzaman Hazretleri bu müjdelerinin birinde þöyle der:

    «Eski zamanda Ýslâmiyet'in terakkisi, düþmanýn taassubunu parçalamak ve inadýný kýrmak ve tecavüzatýný def'etmek, silâh ile kýlýnç ile olmuþ. Ýstikbalde silâh, kýlýnç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kýlýnçlarý düþmanlarý maðlub edip daðýtacak.» (Hutbe-i Þamiye sh: 35)

    «Ýnþâallah istikbaldeki Ýslâmiyet'in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.» (Hutbe-i Þamiye sh: 36)

    «Her kýþtan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduðu gibi, nev-i beþerin dahi bir sabahý, bir baharý olacak inþâallah. Hakikat-ý Ýslâmiyenin güneþi ile, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i Ýlahiyeden bekleyebilirsiniz.» (Hutbe-i Þamiye sh: 37)

    «Bu kâinatta en müntehab netice ve Hâlýk'ýn nazarýnda en ehemmiyetli mahluk beþerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ý bâkiyede Cennet ve Cehennem'i, bilbedahe beþerdeki þimdiye kadar zalimane vaziyetler Cehennem'in vücudunu ve fýtratýndaki küllî istidadat-ý kemaliyesi ve kâinatý alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, Cennet'i bedahetle istilzam ettiði gibi; her halde iki harb-i umumî ile ve kâinatý aðlattýran cinayetleri ve yuttuðu zakkum þerlerini hazmetmediði için kustuðu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiði vaziyetiyle, beþeriyeti en berbad bir dereceye düþürüp bin senelik terakkiyatýný zîr ü zeber etmek cinayetini beþer hazmetmeyecek.

    Her halde çabuk baþýnda bir kýyamet kopmazsa, hakaik-i Ýslâmiye, beþeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini temizlemeðe ve sulh-u umumîyi temin etmeðe vesile olmasýný Rahman-ý Rahîm'in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.» (Hutbe-i Þamiye sh: 42)

    Ýþte beþerin þiddetle muhtaç olduðu bu sulh-u umumiyi engelleyip vahþete yol açan cereyanlara karþý halký ve bilhassa siyasîleri ikaz eden Bediüzzaman Hz. þu hususlara dikkat çeker:

    «Beþerin vahþet ve bedevilik zamanlarýndaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namýna dine hücum edenler, irtica ile o vahþete ve bedeviliðe dönüyorlar. Beþerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehþetli vahþiyane kanun-u esasî, þimdi bizim bu bîçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazý cereyanlarý aþýlamaða baþlamasý gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:

    Bir taifeden, bir cereyandan, bir aþiretten bir ferdin hatasýyla o taifenin, o cereyanýn, o aþiretin bütün ferdleri mahkûm ve düþman ve mes'ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor. Ýttifak ve ittihadýn temel taþý olan kardeþlik ve vatandaþlýk, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor. Evet birbirine karþý gelen muannid ve muarýz kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaîflendiði için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadýðýndan maddî ve manevî bir nevi rüþvet vermeðe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için... O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahþiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karþý; ayn-ý adalet olan bu semavî ve kudsî ›«Vela teziru vaziretun vizra uhra«: nass-ý kat'îsiyle Kur'anýn bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i Ýslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki: Birisinin hatasýyla baþkasý mes'ul olamaz. Kardeþi de olsa, aþireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete þerik sayýlmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnýz manevî günahkâr olup âhirette mes'ul olur; dünyada deðil. Eðer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapýlmazsa, hayat-ý içtimaiye-i beþeriye, iki harb-i umumînin gösterdiði tahribatýn emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahþi irticaa düþecek.» (Emirdað Lahikasý-ll sh:82)

    Mezkür nakillerde görüldüðü üzere, Kur’an en yüksek medeniyeti, yani farklý anlayýþlara veya dinlere baðlý olup maddî ve manevî tecavüzkârlýk yapmayan milletlerin, sulh içinde yaþamalarýný temin eden umumî düsturlarý bünyesinde toplamýþtýr.

    Bediüzzaman Hazretlerinin bir mahkeme müdafaasýnda bu hükmü teyid eden þu beyanlarý dikkat çekicidir:

    «Malûmdur ki, her hükûmette muhalifler bulunur. Asayiþe, emniyete dokunmamak þartiyle, hiç kimse vicdaniyle, kalbiyle kabul ettiði bir fikirden, bir metoddan dolayý mes'ul olmaz. Bu hukukî bir mütearifedir.

    Dininde çok mutaassýb ve cebbar bir hükûmet olan Ýngilizlerin yüz sene hâkimiyetleri altýnda bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, Ýngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur'an ile reddettikleri halde, Ýngiliz mahkemeleri, þimdiye kadar onlara o cihetten iliþmedi.

    Burada ve bütün Ýslâm hükûmetlerinde eskiden beri Yahudiler, Nasraniler tâbi olduklarý memleketin dinine, kudsî rejimine muhalif, zýd ve mu'teriz bulunduklarý halde o hükûmetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten iliþmediler.

    Hazret-i Ömer, hilâfeti zamanýnda, âdi bir hýristiyan ile mahkemede birlikte muhakeme olundular. Halbuki o hýristiyan, Ýslâm hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhalif iken, mahkemede, onun o hali nazara alýnmamasý açýkça gösterir ki Adalet Müessesesi hiçbir cereyana kapýlmaz, hiçbir tarafgirliðe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki; Komünist olmýyan Þarkta, Garbda, bütün dünya adalet müesseselerinde câri ve hâkimdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 651)

    Gayr-ý müslimler hakkýnda Bediüzzaman Hazretlerine sorulan sual ve cevabý:

    «Sual: Gayr-ý müslimlerle nasýl müsavi olacaðýz?

    Cevap: Müsavat ise, fazilet ve þerefte deðildir; hukuktadýr. Hukukta ise, þah ve geda birdir. Acaba bir þeriat, karýncaya bilerek ayak basmayýnýz dese, tazibinden men'etse; nasýl benî âdem'in hukukunu ihmal eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ý fahriniz olan Selahaddin-i Eyyubî'nin miskin bir Hristiyan ile mürafaasý, sizin þu yanlýþýnýzý tashih eder zannederim.» (Münazarat sh: 30)

    Ýslâm þeri’atý, mürted ve saldýrganlýk vahþîliði olmayan bütün insanlýk dünyasýna hak ve hürriyetlerini verir. Bilhassa ekseriyet, marifet-i tâmm ve medeniyet-i âmm faziletine sahib olsa, yani münevver-ül fikir olsa veya insaný, hak nizamýna baðlý tutan hissi dinî galib olsa daha ziyade hürriyet hakký doðar. Hz. Üstad diyor ki:

    «Onüç asýr evvel þeriat-ý garra teessüs ettiðinden, ahkâmda Avrupa'ya dilencilik etmek, din-i Ýslâma büyük bir cinayettir ve þimale müteveccihen namaz kýlmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalý. Yoksa istibdad tevzi olunmuþ olur.

    “InnAllahe Huve-l Kaviyyul Metin” hâkim ve âmir-i vicdanî olmalý. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut Din-i Ýslâm namýyla olmalý. Yoksa istibdad daima hükümferma olacaktýr.

    Ýttifak hüdadadýr, heva ve heveste deðil.» (Hutbe-i Þamiye sh: 89)

    Evet, «Âmir-i vicdanî de tenevvür-ü fikre tavakkuf eder. Tenevvür-ü fikir ise, umumda ya marifet âmm veya medeniyet-i tâm veya islâmiyetin hissiyle olacaktýr. Halbuki binden on tane medeniyet veya marifetle münevver-ül fikirdir. Bu ise aheng-i terakkiyi ihlal eder. Aheng-i ýttýradi için nur-en-nur olan din-i Ýslâmý menar ve rehber etmeliyiz . Tâ herkes de münevver-ül fikir gibi olsun. Zira, hiss-i din ile en âmî, en münevver-ül fikir gibi mütehassistir. Fikr-i münevver olmasa da, kalbi münevverdir. Hissiyat güzel olursa, efkâr da müstakim olur.» (Asar-ý Bediiye sh: 848)

    Hayat-ý içtimaiyenin hüsn-ü cereyaný için, milletin münevver-ül fikir olmasýnýn lüzumunu ifade eden Bediüzzaman Hz., bahsimizle alâkalý bir rü’ya-ý sâdýkasýný þöyle anlatýr:

    «Alem-i mânada Padiþahý gördüm. Dedim: «Sen zekat-ül ömrü, Ömer-i Sâni’nin mesleðinde sarfet. Tâ ki meþrutiyet riyasetine lâzým ve biatýn mânasý olan teveccüh-ü umumiyi kazanasýn.

    Padiþah dedi: Ben onun yolunda gideyim; siz de ol zaman ehlini taklid edebiliyor musunuz? Bir de sizde, onlardaki kuvvet-i Ýslâmiyet ve safvet ve ahlâk...

    Ben dedim: Bizdeki tenbih-i efkâr-ý umumî ve tekmil-i mebadî ve vesaitü ve ihata-i medeniyet, o noktalarý istihsal, hem de netice-i matlub olan terakkiyi intac edebiliyor. Düvel-i ecnebiyenin adaleti bunu isbat eder.

    O dedi: Nasýl yapacaðým?..

    Dedim: Ýstibdad, kalb-i memalik olan Ýstanbul'da kan býrakmadýðýndan hüsn-ü niyeti göster. Bir þefkat ile meþrutiyeti kansýz kabul ettiðin gibi menfur olmuþ Yýldýz'ý mahbub-u kulûb etmek için eski zebaniler yerine melaike-i rahmet gibi muhakkikîn-i ülemayý doldurmak ve Yýldýz'ý dar-ül fünun gibi etmek ve ulûm-u Ýslâmiyeyi ihya etmek ve meþihat-ý Ýslâmiyeyi (Bak: Meþihat-ý Ýslâmiye) ve hilafeti, mevki-i hakikisine is'ad etmek.. ve milletin kalb hastalýðý olan za'f-ý diyanet ve baþ hastalýðý olan cehaleti, servet ve iktidarýnla tedavi etmekle Yýldýz'ý Süreyya kadar i'lâ et.Tâ hanedan-ý Osmanî ol burc-u hilafette pertevnisar-ý adalet olabilsin. Hem de havaic-i zaruriyeyi iktisad et. Tâ alýþtýrýlmýþ olan israfa iktidarý olmayan bicare millet de iktida etsin. Madem ki imamsýn...

    Birden uyandým görüm ki, asýl bu âlem-i yakaza rüyadýr. Asýl uyanmak ve hakikat o rüya imiþ.» (Asar-ý Bediiye sh: 375)

    Yani, millet tam kemalat ve fazilet kazanamazsa da tedrisatla münevver-ül fikir ve medenî anlayýþ sahibi olabilir. Cemiyeti de teknik imkânlarla tam mürakabe, kontrol ve inzibat yoluyla ve hürriyet-i þer’iye ile cemiyet hayatý düzelebilir.

    Bediüzzaman Hz. hürriyeti þöyle tarif eder:

    «Hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te'dibden baþka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsýn, herkes harekât-ý meþruasýnda þahane serbest olsun. ¬yÁV7!ö¬–:*(ö²w¬8ö@®«@««²*«!ö@ ®N²Q««ö²v*U*N²Q««ö²u«Q²D«<ö« nehyinin sýrrýna mazhar olsun.» (Münazarat sh: 21)

    «Rabýta-i iman ile Sultan-ý Kâinat'a hizmetkâr olan adam, baþkasýna tezellül ile tenezzül etmeye ve baþkasýnýn tahakküm ve istibdadý altýna girmeye, o adamýn izzet ve þehamet-i imaniyesi býrakmadýðý gibi; baþkasýnýn hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamýn þefkat-i imaniyesi býrakmaz. Evet bir padiþahýn doðru bir hizmetkârý, bir çobanýn tahakkümüne tenezzül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. Ýþte Asr-ý Saadet...« (Münazarat sh: 23)

    «Ýmandan gelen hürriyet-i þer'iye, iki esasý emreder:

    ¬(@«A¬Q²V¬7ö!®G²A«2ö*–x*U«<ö«ž ö¬yÁV¬7ö!®G²A«2ö«–@«6ö²w«8ö«uÅ 7«H«B«<ö«žö«:ö«u±¬7«H*<ö«žö²–« !

    ¬yÁV7!ö¬–:*(ö²w¬8ö@®«@««²*«!ö@ ®N²Q««ö²v*U*N²Q««ö²u«Q²D«<ö«ž

    ¬w´W²&Åh7!ö*^Å[¬O«2ö*^Å[¬2²hÅL7!ö*^Å<±¬h*E²7«!ö²v«Q«9

    Yani: Ýman bunu iktiza ediyor ki; tahakküm ve istibdad ile baþkasýný tezlil etmemek ve zillete düþürmemek ve zalimlere tezellül etmemek. Allah'a hakikî abd olan, baþkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allah'tan baþka- kendinize Rab yapmayýnýz!... Yani Allah'ý tanýmayan; her þeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, baþýna musallat eder.» (Hutbe-i Þamiye sh: 61)

    «S- Gayr-ý müslimlerle nasýl müsavi olacaðýz?

    C- Müsavat ise, fazilet ve þerefte deðildir; hukuktadýr. Hukukta ise, þah ve geda birdir. Acaba bir þeriat, karýncaya bilerek ayak basmayýnýz dese, tazibinden men'etse; nasýl benî âdem'in hukukunu ihmal eder? Kellâ... Biz imtisal etmedik. Evet Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) âdi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ý fahriniz olan Salahaddin-i Eyyubî'nin miskin bir Hristiyan ile mürafaasý, sizin þu yanlýþýnýzý tashih eder zannederim.» (Münazarat sh: 30)

    Bir manevî meclis tarafýndan Bediüzzaman Hazretlerine sorulan suallerin birine verdiði cevabýnda, Avrupa ve Ýslâm medeniyetinin mukayesesini yapan ve Ýslâm medeniyetinin sulh-u umumiye vesile olacaðýna dikkat çeken kýsmý aynen þöyledir:

    «Meclisten biri dedi:

    –Neden Þeriat þu medeniyeti (*) reddeder?

    Dedim:

    –Çünki beþ menfî esas üzerine teessüs etmiþtir. Nokta-i istinadý kuvvettir. O ise þe'ni, tecavüzdür. Hedef-i kasdý, menfaattýr. O ise þe'ni, tezahümdür. Hayatta düsturu cidaldir. O ise þe'ni, tenazu'dur. Kitleler mabeynindeki rabýtasý, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise þe'ni, böyle müdhiþ tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teþci' ve arzularýný tatmin ve metalibini teshildir.

    O heva ise þe'ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanýn mesh-i manevîsine sebeb olmaktýr. Bu medenîlerden çoðu, eðer içi dýþýna çevrilse kurt, ayý, yýlan, hýnzýr, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.

    Ýþte onun için bu medeniyet-i hazýra, beþerin yüzde seksenini meþakkate þekavete atmýþ; onunu mümevveh saadete çýkarmýþ, diðer onu da beyne-beyne býrakmýþ. Saadet odur ki, külle ya eksere saadet ola. Bu ise ekall-i kalilindir.

    Nev-i beþere rahmet olan Kur'an ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.» (Sunuhat-Tuluat-Ýþarat sh: 39)

    «Dediler:

    –Þeriat-ý Garra'daki medeniyet nasýldýr?

    Dedim:

    –Þeriat-ý Ahmediye'nin (A.S.M) tazammun ettiði ve emrettiði medeniyet ise ki, medeniyet-i hazýranýn inkiþaýndan inkiþaf edecektir. Onun menfî esaslarý yerine müsbet esaslar vaz'eder.

    Ýþte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktýr ki, þe'ni adalet ve tevazündür. Hedef de menfaat yerine fazilettir ki, þe'ni muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabýta-i dinî, vatanî, sýnýfîdir ki, þe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karþý yalnýz tedafü'dür. Hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki, þe'ni ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadýr ki, þe'ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayý tahdid eder, nefsin hevesat-ý süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ý ulviyesini tatmin eder.» (Sunuhat-Tuluat-Ýþarat sh: 42)

    Ýþte bu beyan ve izahlar, Ýslâm medeniyetinin bir hülasasýný gösterir.


  7. #7
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanýcý Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Beþeri Rejimler ve Ýslam

    BAZI FÝKÝR ADAMLARININ MEVZUMUZLA ÝLGÝLÝ BEYANLARI

    Beynelminel meþhur hukukçular da Ýslâm dininin getirdiði umumi düsturlarýn, sulh-u umumîyi ve asayiþi temin ettiðini ve edebilir hususiyetlere sahib olduðunu tasdik ederler. Ezcümle,

    «Külliyet-ül Hukuk Kongresinin cem'iyetinde, bütün hukukiyyunun toplandýðý o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiþ ki: «Muhammed'in (A.S.M.) beþeriyete intisabýyla bütün beþeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki o zât ümmi olmasýyla beraber, onüç asýr evvel öyle bir þeriat getirmiþ ki; biz Avrupalýlar iki bin sene sonra onun kýymetine ve hakikatine yetiþsek, en mes'ud, en saadetli oluruz.«

    Ýkincisi veyahut Nur Çeþmesi'nin âhirine ilâve edilenlerle kýrkbeþincisi olan Bernard Shaw demiþ: «Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ý takdire çýkmasýnýn sebebi: Gayet acib ve saðlam bir hayatý temin etmesidir. Bana açýlan budur ki: O din tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup, bütün muhtelif ayrý ayrý hayatýn etvarlarýný ve çeþitlerini hazmettiriyor. Yani, ýslah ve istihale tarzýnda tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanýn ayrý ayrý bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beþere vâcibdir ki desin: «Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halaskârýdýr. Ve halaskârlýk namý, ona verilmek lâzýmdýr.»

    Hem diyor: «Ben itikad ediyorum ki: Muhammed'in misli, yani sîretinde, tarzýnda bir adam þimdiki yeni âleme reis olsa, hükmetse; bu yeni âlemin müþkilâtýný halledip, bu yeni karmakarýþýk âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatýn husulüne sebeb olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar þedid ihtiyacý var olduðunu herkes anlar!» (Mektubat sh: 215)

    «Bugünkü medenî cem'iyetler, Kur'anýn yüksek hakikatlerini, yüksek terakki ve medeniyet düsturlarýný tatbik edebilecek seviyeye henüz eriþememiþlerdir. Bu büyük hakikatý meþhur Ýngiliz mütefekkiri Bernard Shaw þöyle ifade etmiþti: «Demokrasiyi en ileri götüren millet Ýngilizlerdir. Bunun daha ötesi Müslümanlýktýr.» (Nur Çeþmesi sh: 184)

    «Müslümanlarýn dini, Kur'an dinidir. Bu din, müsalemet, emniyet ve huzur dinidir. (Piskopos Walter Meron'un «Müsalemete En Doðru Yol» adý ile Petersburg kilisesinde irad ettiði konferanstan)» (Nur Çeþmesi sh: 190)

    «Müslümanlýk, dünyanýn kývamý olan bir dindir; cihan medeniyetinin istinad ettiði temelleri muhtevidir.

    Fransa'nýn en maruf müsteþriklerinden Gaston Care (Gaston Kar), 1913 senesinde Figaro Gazetesi'nde, yeryüzünden Müslümanlýk kalkacak olursa, müsalemetin muhafazasýna imkân olup olmadýðý hakkýnda makaleler silsilesi yazmýþ ve o zaman bu makaleler Þark gazeteleri tarafýndan tercüme olunmuþtu. Fransýz müsteþriki diyor ki:

    “Yüz milyonlarca insanýn dini olan Müslümanlýk, bütün sâliklerine nazaran, dünyanýn kývamý olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaý ve düsturu olan Kur'an, cihan medeniyetinin istinad ettiði temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin, Ýslâmiyet tarafýndan neþrolunan esaslarýn imtizacýndan vücud bulduðunu söyleyebiliriz.

    Filhakika bu âli din; Avrupa'ya, dünyanýn imarkârane inkiþafý için lâzým olan en esaslý kaynaklarý temin etmiþtir. Ýslâmiyetin bu faikiyetini teslim ederek, ona medyun olduðumuz þükraný tanýmýyorsak da, hakikatýn bu merkezde olduðunda þekk ve þübhe yoktur”.»

    Fransýz muharriri, daha sonra Kur'anýn umumî müsalemeti muhafaza hususundaki hizmetini bahis mevzuu ederek diyor ki:

    Ýslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barýþý devam ettirmeye imkân kalýr mý? Hayýr.. buna imkân yoktur! (Gaston Care)» (Ýþarat-ül Ý’caz sh: 221)

    Said Nursi






    --------------------------------------------------------------------------------

    1 el-Maðribî, Câmiu’þ-Þeml, 1:450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keþfü’l-Hafâ, 2:463.

    (*) Hâdim-i medeniyet: Medeniyeti yýkýcý

    HAÞÝYE Tam bir iþaret-i gaybiyedir. Sekeratta olan dinsiz zalim medeniyete bakýyor.

    (*)Bizim muradýmýz medeniyetin mehasini ve beþere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahlarý, seyyiatlarý deðil ki; ahmaklar o seyyiatlarý, o sefahetleri mehasin zannedip, taklid edip malýmýzý harab ettiler. Medeniyetin günahlarý iyiliklerine galebe edip seyyiatý hasenatýna racih gelmekle, beþer iki harb-i umumî ile iki dehþetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaþtýrdý. Ýnþâallah istikbaldeki Ýslâmiyet'in kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.

Benzer Konular

  1. Gerçek Ýslam Ve Bugün Yaþanan Ýslam
    By Konyevi Nisa in forum Ýslami Konular Ve Kaynaklar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 21.06.09, 09:17
  2. Ýslâm
    By ArzuNur in forum Ý -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 20.12.08, 22:13
  3. DÂr-Ül-ÝslÂm
    By Konyevi Nisa in forum D -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.11.08, 11:24
  4. DÂr-Ül-ÝslÂm
    By Konyevi Nisa in forum D -Harfi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.11.08, 11:23
  5. BeÞerÝ CoÐrafyada TeorÝ
    By BuRaK in forum Coðrafya
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.06.08, 08:50

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •